Vakfın Bursiyerlerine yönelik her ay yapılan programda dönem sonu konuşmacısı olarak katılan Yavuz Bülent Bakiler Türk Dil’inin önemine vurgu yaparak, konuşmasında önemli konulara değindi.
Programda İstanbul da okuyan üniversiteli Buırsiyer Öğrencilerinin yanı sıra Vakfın Mütevelli ve Yönetim Kurulu üyeleri ile birçok misafirlerde hazır bulundu.
Yavuz Bülent Bakiler''Diline sahip çıkmayan milletler yok olmaya mahkumdur'' ifadelerini kullanarak konuşmasına şu şekilde başladı” Dil, milli kültürü oluşturan bütün unsurları geçmişten bugüne ve geleceğe taşıyan canlı bir varlıktır. ‘Dilini kaybeden bir millet her şeyini kaybetmiştir’ der Peyami Safa. Dil bir milletin hafızasıdır. Din, tarih, edebiyat, güzel sanatlar, gelenek ve görenekler dille muhafaza edilir.
Yine bu unsurlar nesillerden nesillere dille aktarılır. Dilini bozan bir milletin, geleceğe dille aktaracağı bütün kültür unsurlarında da bir eksiklik, zevksizlik meydana gelir. Ahengi ve yapısı bozulan, zevksizleşen ve sığlaşan bir dille ne kültür aktarılabilir, ne de büyük eserler vermek mümkün olabilir.
Milletler, zamanla dillerinde, dili geliştirici, zenginleştirici yenilikler yapmak, düzenlemelere ve reformlara gitmek ihtiyacını duyabilirler. Başka milletler bu reform ve düzenlemeleri, dil âlimleri, edebiyatçılar, şairler tarafından yapmaya çalışmışlar ve bunu reformun sıhhati açısından, bir zaruret ve mecburiyet olarak görmüşlerdir. Hatta Fransız İhtilali’nin her şeyi yıkıp değiştirdiği halde, dile hiç dokunmadığı anlatılır.
Bizim dilimizde de sadeleştirme ve tasfiye adı altında ıslahat çalışmaları yapılmıştır. Yalnız bizdeki uygulama diğer milletlerdeki uygulamalardan farklı olmuştur. Bizde dil âlimi dışında herkes bu çalışmalarda yer almıştır! Hatta bu çalışmalar, birçok dilcinin ‘uydur uydur söyle’ dediği uydurukçuluk safhasına kadar varmış, buna da ‘öztürkçe’ veya ‘öztürkçecilik’ adı verilmiştir. İşin bu dereceye gelmesi, bir dil meselesinin, dil mücadelesinin, hatta bir dil davasının ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
''Öztürkçeciler tarihe ve dine cephe almış kimselerdir''
Daha da hazin olan taraf ise, bu dil davasının bizde ideolojik bir mücadele ve kavgaya dönüşmüş olmasıdır. Dünyada dil meselesini, ideolojik bir mücadeleye dönüştüren bizden başka bir millet var mıdır acaba? Ama olan güzelim Türkçemize oldu. Dilimize Arapça ve Farsçadan girmiş, bin yıldan daha fazla kullandığımız, Türkçeleşen onlarca, yüzlerce kelimeyi attık.
Birçok kavramı, tek bir kelimeyle veya tek bir kavramla karşılamaya çalışarak, kelime ve kavramları dilimizden çıkardık. Neticede dilimiz fakirleşti. Ahenk ve uyum bozuldu. Zevk kayboldu. Türk dünyası ile anlaşmamızı sağlayan ortak kelimelerin atılmasıyla da, onlarla olan bağlarımızda, iletişimimizde bir zayıflama meydana geldi. Genç nesiller, öncekilerin konuştuklarını, yazdıklarını anlamaz oldular.
Bu maceralardan geçen dilimiz şimdi de, televizyon dizilerinde kullanılan argo ve abuk sabuk dilin, spikerlerin bozuk Türkçelerinin, dili doğru dürüst kullanmayan veya kullanamayan gazete muhabiri ve yazarların, öğretmenlerin tehdidi altındadır.
Güzel dilimizi; güzel kullanan yazarlarımızdan, şairlerimizden, kültür adamlarımızdan Yavuz Bülent Bakiler, Sözün Doğrusu 1 ve Sözün Doğrusu 2 kitaplarında dilimiz üzerindeki bu tehditlere işaret ediyor, tahribatlardan söz ediyor, yanlış kullanılan kelimeleri gösteriyor, doğrusunu anlatıyor. Önceleri Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları’ndan çıkan kitap, şimdi Yakın Plan Yayınları tarafından yayımlanıyor. Sadece dilde kullanılan yanlışları tespit edip doğrularını anlatan bir kitaptan ibaret değil Sözün Doğrusu. Milli kültürümüzün, başta dil bahsi olmak üzere, bütün unsurlarına yer veren zengin bir muhteviyata sahip. Ayrıca eğitim politikalarımızdaki çarpıklıklar ve yanlışlıklar da, örnekleriyle, kaynaklarıyla çok güzel bir şekilde işleniyor kitapta.
''Üniversite Öğrencileri Ders kitaplarının dışında hiç bir kitap okumamışlar.''
Tabi öğretemediğimiz için zaten Türkçe dersleri konuluyor üniversitelerimize ve işin garip tarafı; üniversitelerden mezun olan çocuklarımızın da, resmi rakamları söylüyorum, %37’si, İstanbul Üniversitesi’nin yapmış olduğu araştırmalara göre, ders kitaplarının dışında herhangi bir kitap okumamışlar. Evet Nuri Bey, bundan büyük bir facia olabilir mi?
''Türk yazarın eserini biz çocuğumuza okutamıyoruz''
Dehşet verici bir faciadır bu! Şimdi ben bu konuda bir tespitimi arz edeyim. Shakspeare biliyorsunuz bundan aşağı yukarı 391 yıl önce vefat etti. Ama İngiliz gençliği, Shakspeare İngilizcesini biliyor, okuyor, anlıyor. Ben İngiltere’de bir vapur seyahatinde kaptana sordum.
Dedim ki: “Sizin bana bahsettiğiniz kızınız, bu sene üniversiteye başlayacak dediğiniz kızınız, Shakspeare İngilizcesini biliyor mu?” Bana kelimesi kelimesine vermiş olduğu cevap şudur:
“İngiltere’de Shakspeare İngilizcesini bilmeyen, anlamayan kimseye münevver nazarı ile bakılamaz. Ben kızıma özel bir öğretmen tuttum. O kızıma Shakspeare İngilizcesini de öğretiyor.” Şimdi İngiltere’de 390 yıl önce ölen bir tiyatro yazarının eserini İngiliz gençliği okuyor, anlıyor ama 30-40 yıl önce ölen bir Türk yazarının eserini biz çocuklarımıza okutamıyoruz ve onu günümüzün Türkçesinde uygulamaya çalışıyoruz.
''Kültür, milletleri birbirinden ayıran özellikler bütünüdür''
Kültürü, “bir milleti diğer milletlerden ayıran özellikler bütünüdür” şeklinde tarif eden Bakiler’e göre, “kültürlerini kaybeden milletlerin, artık vatanları da yoktur, bayrakları da, istiklalleri de.” Bakiler, tarihin, siyasi istiklallerini kaybeden milletlerin, kültürlerini, yani dillerini, dinlerini, tarih şuurlarını, gelenek ve göreneklerini kaybetmedikleri takdirde, bin yıllık, hatta iki bin yıllık bir esaretten sonra bile yeniden derlenip toparlandıklarını, yeniden istiklallerine kavuştuklarını örnekleriyle gösterdiğini belirtiyor kitabında. Devamında da tarihin, kültürlerini kaybeden milletlerin yeniden bağımsızlıklarına kavuştuklarına dair bir tek örnek bile vermediğini söylüyor.
“Çaya Çorbaya Yoğun” başlıklı yazısında Bakiler, birçok farklı durumun tek bir kelimeyle ifade edilmesi kısırlığına çok güzel bir örnek verir ve “yoğun” kelimesinin aslında güzel bir kelime olduğunu, daha çok fizik ilmiyle ilgili bir sıfat olarak kullanıldığını, hacmine oranla, ağırlığı fazla olan veya kesif, koyu anlamında kullanılan bir kelime olduğunu söylüyor ve devam ediyor: “Yoğun, kelime olarak artık çok dikkat çekiyor. İkide bir ortaya çıkması, olur olmaz yerde kullanılması, Türkçemiz açısından tam bir kısırlık ve zevksizlik örneğidir.”
Bakiler’in ‘Basınımızdan, radyolarımızdan ve televizyonlarımızdan aldığım’ dediği, 'yoğun' kelimeli cümlelerden bazıları şöyledir:
1. 'TBMM yoğun bir gündemle açılacak!' deniliyor. ‘Eskiden meclislerimiz yüklü bir gündemle açılırdı. Yoğun bir gündemle değil.’
2. 'Başbakan konuşmasını yoğun alkışlarla sürdürdü' deniliyor. ‘Eskiden başbakanlarımız sürekli alkışlar arasında konuşurlardı, yoğun alkışlar arasında değil.’
3. 'İnsanların yoğun olarak bulundukları yerlerde önlemler alınacak deniliyor.' Eskiden, insanların kalabalıklar halinde bulunduğu yerlerde tedbirler alınırdı.’
4. 'Çok yoğun olarak yağan yağmurlar sele neden oldu' deniliyor. 'Eskiden şiddetli yağmurlar sele sebep oldu' denilirdi.
Bu örnekler uzayıp gidiyor. Tek bir 'yoğun' kelimesiyle onlarca kelimeyi dilin dışına atmış oluyoruz. Bu da Bakiler'in ifadesiyle, 'dilimizde kısırlaşmaya ve zevksizliğe sebep oluyor.'
Günlük hayatta, radyolarda, televizyonlarda, sosyal medyada, yanlış kullanılan kelime ve cümlelerin doğrularının yer aldığı kitap, Türkçe sevdalılarının ‘başucu’ kitabı ya da ‘müracaat’ kitabı olma özelliğiyle her daim elimizin altında bulunmayı hak ediyor... şeklinde oldu.
Yavuz Bülent Bakiler kimdir ?
Yavuz Bülent Bâkiler ( 1936/Sivas)
Sivas'ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Bir ara Ankara Televizyonu ve Ankara Radyosu'nda çalıştı. Kültür Bakanlığı müsteşar yardımcısı olarak görevlendirildi. Tercüman ve Türkiye gazetelerinde uzun süre köşe yazıları yazdı. 24 Mart 2013 tarihinde Türkiye gazetesindeki görevinden kendi isteğiyle ayrıldı.
Editör: TE Bilişim